Türkiye’de Kentleşme ve Kamu Yönetiminde Yozlaşma İlişkisi
İrfan ATALAY-Ankara-2019
Kentleşme ve yönetimde yozlaşma kavramları arasındaki bağlantıyı kurmadan evvel kavramların alan yazında nasıl ele alındığına bakmak ve süreçlerine göz atmak gerekir.
Kentleşme, dar bir alan içerisine büyük bir nüfusun sıkışmasıyla ve kentsel yaşam biçimlerinin gelişerek yeni ve özgün fiziksel ve sosyal bir oluşuma, karmaşık ilişkiler ağına, iş dallarının farklılaşmasına ve kültürel anlamda kendine özgü bir sistemin ortaya çıkmasına tekabül eder. (www.wikipedia.org , 2019)
Kentleşme ve göç kavramları birbirini tamamlayan iki kavramdır. Kırsal nüfusun kentsel alanlara yönelmesi ve bu alanların nüfusunu arttırıp kendi kültürüyle de gittiği yeri kısmen dönüştürmesi, ülkemizde kentleşme olgusunun ana dinamiklerindendir. Göç ile büyüyen kentlerin göç alma nedenlerini inceleyelim. Alan yazında kentleşme modelli olarak tarif edilen, kentin bulunduğu bölgeye dayalı dönüşüm biçimini inceleyen çalışmalar vardır.
Bu çalışmalardan biri de Işık’ın (Işık, 2005) çalışmasıdır. Bu çalışmada ülkemizde kentleşme hareketlerini 1923-50, 1950-80 ve 80 sonrası şeklinde üç dönem olarak ele alındığı görülecektir. Ülkemizde kentleşme modellerinin de üç ana gruba ayırılmıştır; Sanayi, turizm ve terör kaynaklı kentleşme. Bu modelleri şöyle özetleyebiliriz: Sanayinin gelişmesi ile kırsalda iş bulma sorunu yaşayan kitlelerin iş gücü ihtiyacına binaen gelişmiş sanayisi olan kentlere göç etmesi sanayi modeli kentleşmedir. Diğeri son 25-30 yılda özellikle Akdeniz kıyılarında meydana gelen turistik kentleşmenin ihtiyacı doğrultusunda hizmet sektörüne yönelik iş gücü açığına binaen oluşan göçtür. Bu iki tip göç dışında özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde taşraya nüfuz eden terör tehditleri yüzünden yine aynı bölgelerde kentlere akın eden göçü temel kentleşme modellerine etkisi olduğunu ifade etmek büyük ölçüde doğru olacaktır.
Ülkemizdeki kentleşmenin ve modellerinin yozlaşma kavramıyla ilişkisine geçmeden evvel kentleşme kavramının kime ne kazandırdığına bakılacak olursa Keleş’in (Keleş, 2010) söyledikleri önemlidir. 1950’lerin başlarında %20’lerde olan kentli nüfusu günümüzde %75’in üzerine çıkmıştır. Ancak maalesef kalkınma sürecimiz içinde tarımsal nüfusun kentlere göçü ile doğru orantılı bir sanayileşmemiz olmadığından kentlere göç eden nüfus büyük ölçüde iş olanakları yaratılarak beslenip özümsenememiştir.
Haliyle ülkemizdeki plansız göç ve beraberinde gelişen plansız ve çarpık kentleşmeye paralel olarak işsizliğin kent nüfusunda daha yüksek oranlara sahip olması sonucunu doğurmaktadır. İşsiz ve kente adapte olamayan kitlelerin de siyasal alanda oy deposu anlamında iştah kabartan bir boyuta ulaştığını söylemek belli ölçüde doğru olacaktır. Bu kitlelerin siyasal alanı ve politikaları bir biçimde etkilediği de göz ardı edilmemelidir. Yine Keleş (Keleş, 2010) kentleşme biçimimizin toplumun rant arayıcıları dışında hiçbir kesime kazanç sağlamayan ve toplumsal maliyeti yüksek bir kentleşme olduğunun altını çizmektedir. Toplum ve kamu yararı kavramlarının, kentleşme bağlamında yeniden tanımlanmasını bir gereklilik olarak ifade etmekte ve çözümün kentleşme kültürüne sahip bir toplum olmamız gerekliliğine bağlamaktadır. Ancak bu dönüşümün akşamdan sabaha olamayacağının da altını çizer.
Kentleşme konusunu neticelendirirken, sanayileşme, turizm ve terör sebepli göçe bağlı olarak son 40 yılda çehresi değişen kentlerimizin nüfusunun homojen olmadığını söylemek büyük ölçüde doğru olacaktır.
İncelememizin ikinci kavramı olan yozlaşmaya değinilecek olursa, yozlaşma; özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle zamanla yitirmek, soysuzlaşmak, özünden uzaklaşmak, bozulmak, dejenere olmak, tereddi etmek anlamına gelmektedir. (TDK, 2019)
Bu genel tanımı kamu yönetiminde yozlaşma özeline indirgeyen bir bakışla Erdoğan (Erdoğan, 1997) yozlaşmayı şöyle tarif etmektedir. Yozlaşma; kamuda çalışan ve konumubelli bir otoriteye dayanan kişinin –kendisinden beklenen veya temsil ettiği- kullandığı otoriteye uygun davranış standartlarından, haksız kişisel yarar elde etmek veya benzeri bir nedenle ortaya koyduğu davranış sapmasıdır.
Benzer bir bakışla Friedrich (Friedrich, 1994) yozlaşmayı; iktidardakilerin özel tercihlerini belli bir grup veya kesimin çıkarları doğrultusunda ve toplum açısından olumsuz gelişmelere yol açacak şekilde, yüksek ahlaki değerlerden ve yasalardan kaçınmak suretiyle kamu gücüyle kullanması olarak tanımlamıştır.
Yozlaşmanın temelinde ayrımcılık, kayırmacılık, ötekileştirme, adil paylaşmama ve kişisel çıkara yönelik makama dayalı güç kullanma gibi kavramların olduğu açıktır. Türk toplumunun hem siyasi geleneğinin hem de kültürel yapısının yozlaşmaya ne denli yatkın olduğunu Göka (Göka, 2006) eserinde detaylıca ele almıştır. Gösteriş ve şatafatı seven, konuksever ve kolay sınıf atlama hayalleri kuran bir toplum olduğumuzu boycu-soycu geçmişimizi ve göçebeliğimizi temel alarak anlatmıştır eserinde Göka. Kültürel kodlarımızda icat etmekten çok olanı alıp uygulamak konusundaki yeteneklerimize de değinen Göka, belki de değiştirip durduğumuz yazılı sistemler içinde sürekli değişen anlayışımızın kurumsal bir temele oturamamasına, yozlaşmaya teşne bir toplum olduğumuza dem vurmaktadır.
Diğer yandan edebi alanda da çeşitli yazarlar tarafından çeşitli edebi biçimlerde dile getirilmiş eserlerin hem bireysel hem de toplumsal yapımızdaki yozlaşmaya işaret eden noktalarını ele alan birçok çalışma mevcuttur.
Bunlardan biri Demircan’ın (Demircan, 2015) incelemesine konu olan Ercüment Ekrem Talu’nun “Kundakçı” romanıdır. Demircan’a göre, bize ait toplumsal sorunlara teşkil eden yozlaşmış kadın-erkek ilişkileri, hiçe sayılan aile kavramı gibi hususlar ilgili eserde kahramanın ilişkileri vasıtasıyla oldukça güzel yansıtılmaktadır. Esasen ilgili romanın kahramanlarının toplumdaki sosyal ortamların analizi anlamında önemli bir işlevi olduğunu belirtmekte ve bu minvalde toplumdaki yozlaşmaya işaret etmektedir.
Bir diğer toplumsal yozlaşmanın izlerini arayan edebi inceleme ise Erol’a (Erol, 2018) aittir. Necip Fazıl şiirleri üzerinden yapılan incelemede, günümüz Cumhuriyet döneminin aile yapısının Türk-İslam kültürüne ait olmanın aksine Tanzimat ile birlikte başlayan yanlış batılılaşmanın melez bir ürünü olduğu iddia edilmektedir. Esasen oldukça ideolojik bir bakış olduğu belli ölçüde söylenebilecek bu tespitin Türk toplumundaki yozlaşmanın tespiti anlamında gerçeklik payının olduğunu da inkâr etmemek gerekir.
Başka bir bakışla yozlaşmanın doğal sonuçlarından biri olan yolsuzluğu ve yolsuzlukla mücadele araçlarından medya arasındaki ilişkiyi Pustu (Pustu, 2017) ele almıştır. Yolsuzlukla mücadelede etkin rolü olması gereken medyanın dört temel işlevine (haber verme, denetim ve eleştiri, kamuoyu oluşturma ve kamuoyu aydınlatma) değinen Pustu, medyanın ticarileşmesi, siyasileşmesi ve holdingleşerek tekelleşmeye evrilmesinin neticesinde gayet haklı olarak yolsuzlukla mücadele işlevlerini yerine getirmede etkinliğinin azalacağınadem vurmaktadır.
Kentleşme modellerimizi ve kültürel kodlarımızı bu kısa incelemenin hipotezine bağlayacak olursak; Türkiye’de gerek sanayileşme, turizm ve terör itici kuvvetiyle plansız, çarpık ve hızlı kentleşme süreçleri sonucu oluşan, istihdam yetersizliği,konut ve alt yapı yetersizliği, kentsel alanların eşit ve adil kullanım hakkının uygulanamaması ve kent kültürü oluşturma konusundaki yetersizliğimiz ele alındığında yozlaşmış rantsaylayıcı güç odaklarının yolsuzluğu tetiklemesine müsait bir ortam oluştuğu, gerekse Türklerin hem edebi hem sosyal alandaki kültürel kodlarının, boycu-soycu cemaatçi tutumunun, yazılı kaynaktan çok söze itimat eden, kurumsallaşmaktan uzak zihniyetinin sonucu yozlaşmaya meyilli bir yapıya sahip olduğunu söylemek belli ölçüde doğru olacaktır.
Haliyle kamu yönetimi kademelerinde bulunan ve bu toplum içinden sözü edilen kodlarla yetişmiş olan bireylerin kayırmacı ve kişisel çıkarcı yani yozlaşmış tutumlarının sebepleri de anlaşılabilir bir hal almaktadır. Kentleşme sürecimizin yozlaşmaya meyilli bir bakışla dönüştüğü ve bu dönüşümün kamu yönetimini de belli ölçüde yozlaştırdığı sonucuna varmak doğru olacaktır.
Son olarak; toplumsal anlamda önce kendimizi bilmemiz, anlamamız gerekir ki dönüştürebilelim. Kendimizi bilip anlama yolculuğunda da objektif bir değerlendirme yapmaktan korkmadan arketiplerimizi bilinç düzeyine çıkaralım, karanlık yanlarımızı konuşa konuşa aydınlatalım. Yapılacak olan, sözü değil yazıyı, izlemeyi değil okumayı, taklit etmeyi değil icat etmeyi, bizdenciliği değil liyakati, aydıncılığı değil entellektüelliği destekleyecek ve toplum tabanında geliştirip yaygınlaştıracak bir sistem üzerine kafa yormaktır, bunu yapalım.
Kaynakça
Erdoğan, M. (1997). Siyasal Yozlaşma ve Türkiye Örneği. Yeni Türkiye(13), 161.
Erol, K. (2018). Necip Fazıl'ın Şiirinde Toplumsal ve Kültürel Dejenerasyon. Adam Akademi, 1(8), 57-80.
Friedrich, C. (1994). Yolsuzluğun Tarihi. (A. B. Yereli, A. Eker, & C. A. (ed), Çev.) Ankara: Nobel Yayınları.
Göka, E. (2006). Türk Grup Davranışı. Ankara: Aşina Kitaplar.
Işık, Ş. (2005). Türkiye'de Kentleşme ve Kentleşme Modelleri. Ege Coğrafya Dergisi, 14, 57-71.
Keleş, R. (2010). Türkiye'de Kentleşme Kime Ne Kazandırıyor? İdealkent(1), 28-31.
Pustu, Y. (2017, Ocak-Nisan). Yolsuzlukla Mücadele ve Medya. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(9), 3-23.
TDK. (2019, 06 19). Türk Dil Kurumu: sozluk.gov.tr adresinden alındı
www.wikipedia.org . (2019, 06 18). http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci5tLndpa2lwZWRpYS5vcmcvd2lraS9LZW50bGUlQzUlOUZtZQ adresinden alındı
Yorumlar
Yorum Gönder