Sanayi devriminden buyana, işletme yönetimi fikri defalarca evrim
geçirmiştir. Kendi kabiliyetlerini keşfedip bunu bir devrimle taçlandıran
“burjuva” sınıfına, 18. yy sonlarından
itibaren, 20. yy ortalarına kadar, dünya pazarlarındaki talep fazlalığının arzı
körüklemesi sebebiyle, “ne üretirsem üreteyim mutlaka satarım” duygusu hep hâkim
olmuştur. İşletme yönetiminin fikirsel dönüşüm tarihi incelendiğinde, bu süreç
boyunca, yani 20. yy ortalarına kadar “insan” faktörünün hep bir üretim girdisi
olarak algılandığı, maliyet unsuru olarak değerlendirildiği görülmektedir.
20. yy ortalarından itibaren, verimli üretebilme kabiliyetlerinin
globalleşmesi neticesinde dünya pazarlarının nispeten doyuma ulaşması, rekabet
ortam koşullarının değişmesi, yönetim anlayışında evrimleri tetiklemiş; rekabet
üstünlüğü sağlayan bilginin kıymetlenmesiyle, bilgiye hakim ve onun üreticisi
olan “insan” unsuru, “maliyet girdisi” olmaktan çıkıp, örgüte bağlılığı
arttırılması gereken “stratejik bir yönetim unsuru” olmuştur. Bu süreçte
personel yönetimi anlayışının yerini insan kaynakları yönetimi felsefesine
bırakması güzel bir örnek olacaktır.
Sonuç olarak, bilgiyi üreten ve bilgiyi kullanarak gerek yeni ürünler
tasarlama, çeşitlendirme gibi işlevleri yerine getiren, gerekse doğru
analizlerle doğru zamanlarda doğru müşterilere doğru ürünü sunma kabiliyetine
sahip “insan” unsurunun “örgütsel bağlılığı”, verimli bir organizasyon için
kaçınılmaz olmuştur. Örgütsel bağlılığın bu denli önem kazanması, onu olumlu ya
da olumsuz etkileyen unsurların da irdelenmesi gerekliliğini ortaya
çıkarmıştır.
Sorun, mobbing unsurunun örgütsel bağlılığı olumsuz yönde etkilemesi ve
dolaylı yollarla işletmelerin bir takım rekabet avantajlarını kaybetmesine ve
verimliliğinin düşmesine sebebiyet vermesi ihtimalidir. Bir diğer sorun ise,
mobbinge maruz kalıp özgüvenini yitiren insanların toplum içinde tetiklediği
travmaların sosyal maliyetidir.
Bu çalışmada, genelde başarılı işgörenlerin sistematik baskıya maruz
bırakılarak istifaya zorlanması yöntemi olarak tanımlanan mobbing kavramının,
günümüz rekabet koşullarının olmazsa olmazı örgütsel bağlılık üzerindeki
olumsuz etkileri araştırılmış, tartışılmış ve de tespit edilen negatif anlamlı
ilişkiye dayanılarak, çözüm için önerilerde bulunulmuştur.
- MOBBİNG TANIMI VE TARİHÇESİ
Mobbing; Latince’de “kararsız kalabalık” anlamına gelen “mobile vulgus”
sözcüğünden türeyen “mob” sözcüğü, İngilizce “Kanun dışı şiddet uygulayan
düzensiz kalabalık veya çete” anlamına gelmektedir. İngilizce eylem biçimi olan
“mobbing” ise; psikolojik şiddet, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı
verme anlamına gelmektedir. Mobbing, örgütlerde işgörenler arasında veya
işverenler tarafından işgörenlere tekrarlanan saldırılar şeklinde uygulanan bir
çeşit psikolojik terördür. Bu süreçte amaç; kişinin, özgüveni ve özsaygısını
acımasızca yok etmeye çalışmaktır. (www.sbeotk.hacettepe.edu.tr)
Mobbing, duygusal bir saldırıdır. Kişinin saygısız ve zararlı bir
davranışın hedefi olmasıyla başlar. Bir kişinin, diğer insanları kendi
rızalarıyla veya rızaları dışında başka bir kişiye karşı etrafında toplaması ve
sürekli kötü niyetli hareketlerde bulunma, ima, alay ve karşısındakinin
toplumsal itibarını düşürme gibi yollarla, saldırgan bir ortam yaratarak onu
işten çıkmaya zorlamasıdır. (Davenport, vd. 2003,15)
1960’lı yıllarda, tanınmış Avustralyalı bilim adamı Konrad Lorenz mobbing
terimini, hayvanların bir yabancıyı veya avlanmakta olan bir düşmanı kaçırmak
için yaptıkları davranışları tanımlamak için kullanmıştır. Bir kaç zayıf birey
bir araya gelerek saldırgan bir tavır sergilerler. Bu, kazların bir tilkiyi
kaçırması gibidir. (Davenport, vd. 2003,3)
1970’li yıllarda, İsveçli Dr. Peter-Paul Heinemann, çocuklarda, diğer
çocuklara yönelik olarak sergilenen, genelde zorbalık, kabadayılık olarak
bilinen davranışları araştırmıştır. Lorenz’in “mobbing” terimini, kurbanı
yalıtan ve ümitsizlik nedeniyle intihara kadar götürebilen bu davranışın
ciddiyetini vurgulamak için kullanılmıştır. (Davenport, vd. 2003,3)
1980’li yıllarda, Dr. Leymann mobbing terimini iş yerlerinde yetişkinler
arasında benzeri grup şiddetini keşfettiğinde kullandı. Bu davranışı önce
İsveç’te araştırdı, daha sonra Almanya’da kamunun dikkatine sundu. Kendisine iş
yerinde “zor kişiler” olarak bildirilen kişileri araştırdı ve bunların
başlangıçta “zor” olmadığını belirledi. Davranışlarının kalıtsal bir kişilik
bozukluğu olmadığını ortaya çıkardı. İşyeri yapısı ve kültürünün, bu insanları
“zor” sıfatıyla damgalandıkları ortamı yarattığını belirledi. Bir kez “zor”
olarak tanımlandıklarında, firma onları kovmak için başka nedenler yaratıyordu.
Bu, Leymann’ın mobbing olarak tanımladığı şeydir. (Davenport, vd. 2003,3)
2.1. MOBBİNG
TÜRLERİ (LEYMANN’IN TİPOLOJİSİ)
Leymann (1990), 45 ayrı mobbing davranışını tanımlamıştır ve bunları
davranış özelliğine göre 5 ayrı grupta toplamıştır. Bu davranışların sürekli ve
değişik şekillerde yapılıyor olması kasıtlı tacizdir ve psiko-terör olarak da
adlandırılabilir.
Leymann’ın Tipolojisi; (Davenport, vd. 2003,18-19)
Birinci Grup: Kendini Göstermeyi ve İletişim Oluşumunu Etkilemek
Üstünüz, kendinizi gösterme olanaklarınızı kısıtlar. Sözünüz sürekli
kesilir. Meslektaşlarınız veya birlikte çalıştığınız kişiler, kendinizi
gösterme olanaklarınızı kısıtlar. Yüzünüze bağırılır ve yüksek sesle
azarlanırsınız. Yaptığınız iş sürekli eleştirilir. Özel yaşamınız sürekli
eleştirilir. Telefonla rahatsız edilirsiniz. Sözlü tehditler alırsınız. Yazılı
tehditler alırsınız. Jestler ve bakışlarla ilişki reddedilir. İmalar yoluyla
ilişki reddedilir
İkinci Grup: Sosyal İlişkilere Saldırılar
Çevrenizdeki insanlar sizinle konuşmazlar. Kimseyle konuşamazsınız,
başkalarına ulaşmanız engellenir. Size diğerlerinden ayrılmış bir işyeri
verilir. Meslektaşlarınızın sizinle konuşması yasaklanır. Sanki orada
değilmişsiniz gibi davranırlar.
Üçüncü Grup: İtibarınıza Saldırılar
İnsanlar arkanızdan kötü konuşur. Asılsız söylentiler ortalarda dolaşır.
Gülünç durumlara düşürülürsünüz. Akıl hastasıymışsınız gibi davranılır.
Psikolojik değerlendirme/inceleme geçirmeniz için size baskı yapılır. Bir
özrünüzle alay edilir. Sizi gülünç düşürmek için yürüyüşünüz, jestleriniz veya
sesiniz taklit edilir. Dini veya siyasi görüşünüzle alay edilir. Milliyetinizle
alay edilir. Özel yaşamınızla alay edilir. Özgüveninizi olumsuz etkileyen bir
iş yapmaya zorlanırsınız. Çabalarınız yanlış ve küçültücü şekilde yargılanır.
Kararlarınız sürekli sorgulanır. Alçaltıcı isimlerle anılırsınız. Cinsel
imalara maruz kalırsınız.
Dördüncü Grup: Kişinin Yaşam Kalitesi ve Mesleki Durumuna Saldırılar
Sizin için hiçbir özel görev yoktur. Size verilen işler geri alınır,
kendinize yeni iş bile yaratamazsınız. Sürdürmeniz için anlamsız işler verilir.
Sahip olduğunuzdan daha az yetenek gerektiren işler size verilir. İşiniz
sürekli değiştirilir. Özgüveninizi olumsuz etkileyecek işler verilir. İtibarınızı
düşürecek şekilde, niteliklerinizin dışındaki işler size verilir. Size mali yük
getirecek genel zararlara sebep olunur. Eviniz ya da işyerinize zarar verilir.
Beşinci Grup: Kişinin Sağlığına Doğrudan Saldırılar
Fiziksel olarak ağır işler yapmaya zorlanırsınız. Fiziksel şiddet
tehditleri yapılır. Gözünüzü korkutmak için hafif şiddet uygulanır. Fiziksel
zarara uğratılırsınız. Doğrudan cinsel tacize maruz kalırsınız.
2.2. MOBBİNG
SÜRECİ, DERECELERİ ve SONUÇLARI
Literatür incelendiğinde mobbingin beş aşamalı bir süreç olarak ele
alındığı görülmektedir. Dr. Leymann’ın
(1990) çalışmalarından hareketle tanımlanan bu süreç, aşağıdaki gibi
gerçekleşmektedir.
1- Anlaşmazlık
(Çatışma)
2- Saldırganlaşma
3- Yönetimin
Katılımı
4- Zor-Akıl
Hastası İlan Edilme
5- Zorunlu
İstifa ya da İşine Son Verme
Literatürde Mobbing şiddetinin derecelendirilmesi ise şu şekilde
yapılmaktadır.
Birinci Derece Mobbing; Sürekli ve sıklıkla gerçekleştirilen
mobbing davranışlarının mağdur üzerindeki etkisi anlık ve geçici bir durum
değildir. Mobbing sürecinde mağdur yavaş yavaş zarar görür. Birinci derece
mobbing mağduru ağlama, zaman zaman uyku bozuklukları, alınganlık,
konsantrasyon bozukluğu yasar. İş arkadaşlarından küçük düşürücü davranışlar
görmek şaşırtır ve sıkıntı verir. İnsan kızgınlık veya üzüntü duyabilir.
Bazıları karşı koymaya çalışırken bazıları olan biteni hoş görebilir. İş
ortamına antipati duymaya ve başka bir iş aramaya başlarlar. Ailesi ve
arkadaşlarıyla olan ilişkileri etkilenmez. Meditasyon, egzersiz gibi stres
azaltıcı şeyler ya da hobi ile ilgilenmek gibi dikkat dağıtıcı ve dengeleyici
şeyler ise genelde geçici çarelerdir (Davenport, vd. 2003, 67-68).
İkinci Derece Mobbing; Yöneticisinden ya da iş arkadaşlarından
yoğun bir mobbing saldırısı almaya başlamıştır, direnemez, kaçamaz, geçici veya
uzun süren zihinsel ve/veya fiziksel rahatsızlıklar çeker ve işgücüne geri
dönmekte zorlanır. İkinci derece mobbingde mağdurda şu semptomları gözlemek
mümkündür; yüksek tansiyon, kalıcı uyku bozuklukları, mide-barsak sorunları,
konsantrasyon bozuklukları, aşırı kilo alma ve ya verme, depresyon, alkol ya da
ilaç alışkanlığında artış, işyerinden kaçma (sık sık geç kalmak, gitmemek ve ya
sıklaşan hastalık izinleri), alışılmadık korkular ( görünür hiçbir neden yokken
uçma, araba sürme ya da yalnız kalma korkusu oluşması) v.b.
Üçüncü Derece Mobbing; Yoğun mobbing devam eder. Etkilenen kişi
işgücüne geri dönemez. Fiziksel ve ruhsal zarar görme, rehabilitasyonla bile
düzeltilebilecek durumda değildir. Üçüncü derece mobbingin sonunda mağdur bütün
özgüvenini yitirmiştir ve tedavi olmaz bir halde ıskartaya çıkartılır. Bu
derecenin sonunda intihar vakaları dahi gözlemlenmiştir. Uzun süreli, geçici ya
da sık sık gibi kavramlar kolay ölçülemez. Mobbing şiddetinin tek ölçüsü, buna
hedef olan kişinin öznel değerlendirmesidir. Birine mobbing gibi gelen, başka
birine öyle gelmeyebilir. (Davenport, vd. 2003, 21)
Sonuç olarak, mobbingin, işgörenin ve organizasyonun verimliliğini olumsuz etkilediği yapılan
araştırmaların çoğunda ortaya konulmuştur. Bu verimsizliğin örgütlere bir takım
maliyetleri olduğu aşikardır; mobbing nedeni ile katlanılmak zorunda kalınan ek
maliyetler, psikolojik ve ekonomik olmak üzere ikiye ayrılabilir;
Psikolojik Maliyetler: Bireyler arası anlaşmazlık ve çatışmalar.
Olumsuz örgüt iklimi. Örgüt kültürü değerlerinde çöküş. Güvensizlik
ortamı. Genel saygı duygularında azalma. Çalışanlarda isteksizlik
nedeni ile yaratıcılığın kısıtlanması.
Ekonomik Maliyetler: Hastalık izinlerinin artması. Yetişmiş
uzman çalışanların işten ayrılmaları. İşten ayrılmaların artmasıyla yeni
çalışan alımının getirdiği maliyet. İşten ayrılmaların artmasıyla eğitim
etkinliklerinin maliyeti. Genel performans düşüklüğü. İş
kalitesinde düşüklük. Çalışanlara ödenen tazminatlar. İşsizlik
maliyetleri. Yasal işlem ve/veya mahkeme masrafları. Erken
emeklilik ödemeleri. (Tınaz 2006, 160)
Mobbing üstesinden gelinmesi gereken bir problemdir. Bu problemin örgüt
verimliliğini olumsuz yönde etkilediği varsayılırsa, insan kaynaklı bir diğer
verimlilik unsuru örgütsel bağlılık üzerine etkileri de tartışılmalıdır.
- ÖRGÜTSEL BAĞLILIK KAVRAMI VE TARİHÇESİ
Bağlılık kavramı TDK sözlükte şöyle tanımlanır: Bireylerin kendilerini
bir topluluk, toplumsal kesim ya da kümenin üyesi
saymaları.(www.tdkterim.gov.tr)
Örgütsel bağlılığın tanımı ile ilgili literatür taraması yapıldığında,
üzerinde tam bir uzlaşma sağlanmış tanım olmadığı görülmektedir. Bu durumun
temel sebebi, sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji ve örgütsel davranış gibi
farklı disiplinlerden gelen araştırmacıların konuyu kendi uzmanlık alanları
temelinde ele almalarıdır.
Örgütsel bağlılık kavramının gelişimine bakacak olursak;
Mayer ve Allen bağlılığı duygusallık, süreklilik ve normatif olarak
birbirini tamamlayan üç yönlü bir görüş açısı ile değerlendirmektedirler.
Mowday, Steers ve Porter duygusal bağlılığı, örgütte kalmak için örgüt
değerlerini gönüllü olarak kabul etmek olarak açıklamaktadırlar. Becker,
sürekli bağlılığı, örgüt üyeliğini sürdürme isteği olarak açıklamaktadır.
Wiener normatif bağlılığı, örgütü ve örgütün faaliyetlerini desteklemek için
bir sorumluluk algısı olarak açıklamaktadır. ( Somers 1995, 49).
Kanter örgüt bağlılığını sadakat ve örgüte güç katmak için gönüllü bir
katılım olarak açıklamaktadır. Lee örgüt bağlılığını sadakat, ait olma derecesi
ve örgütsel kimlik olarak tanımlamaktadır. ( Buchanan 1974, 535).
Porter, Crampon, Simith, Porter, Steers, Mowday ve Boulion örgüt
bağlılığını bir iş görenin örgüte sadakati örgütün lehinde gönüllü olarak
yüksek bir çaba sarf etmesi, örgüt ile benzer değer ve hedef seviyesinde olması
ve üyeliğini sürdürme isteği olarak tanımlamaktalar. (Bateman ve Strasser 1984,
97)
Penley ve Gould de yaptıkları çalışmada örgütsel bağlılıkta iki hâkim
görüşün olduğunu ve bu görüşleri Angle’de duygusal ve aracı formlar olarak
tanımladığını, aracı formun Barnard’ın çalışmasından duygusal formunda
Buchanan’in çalışmasından kökleştiğini, ayrıca Hall, Schneider ve Nygren’in
örgütsel bağlılığı örgütsel kimliğin bir türü olarak düşündüklerini ortaya
koymuşlardır. Yine aynı çalışmada Penley ve Gould’de Etzioni’n bağlılık
modeline, duygusal formu manevi devir bağlılığı, aracı formu da çıkar
bağlılığına (zorunlu bağlılık) karşılık geldiğini söyleyerek bu görüşlerin bir
model altında toplanabileceğini ortaya koymuşlardır. (Bateman ve Strasser 1984,
97)
3.1. ALLEN
VE MEYER’İN ÜÇ BOYUTLU BAĞLILIK YAKLAŞIMI
Örgütsel bağlılık konusunda bütün literatürü toparlayıp yukarıda
bahsedilen yaklaşımların hiç birinin tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini,
ancak birbiriyle girift bağlar oluşturmuş literatürde tanımlı bağlılık türlerinin
beraberce ele alınmasının daha manalı olacağını savunmuşlardır Allen ve Meyer.
Örgütsel bağlılığın çok boyutlu bir yaklaşımla incelenmesi gerektiğini
ileri süren Allen ve Meyer başlangıçta örgütsel bağlılığı duygusal ve devam
bağlılığı olmak üzere iki boyutlu olarak ele almışlardır. Ancak daha sonra
yaptıkları çalışmalarla normatif bağlılık olarak adlandırılan üçüncü boyutu
ilave etmişlerdir (Allen ve Grisaffe 2001, 211)

Şekil 1: Üç Boyutlu Örgütsel Bağlılık Modeli
Kaynak: John P. ve Natalie J. Allen, “A Three
Components Conceptualization of
Organizational
Commitment”, Human Resource Management Review, 1991:61.
Duygusal bağlılık kavramı kapsamında, bireyin örgüt ile
özdeşleşmesi, örgüte katılımı ve örgütle arasında duygusal bir bağ hissetmesi
hususları göz önünde bulundurulabilir. Bu durumda birey kendini örgütün bir
parçası gibi gördüğünden, örgüt onun için büyük bir anlam ve önem taşımaktadır.
Bunun sonucu olarak bireyler örgüt üyeliğini devam ettirmekte ve bundan
mutluluk duymaktadırlar. (Allen ve Meyer 1990, 2-6)
Duygusal olarak çalıştığı örgüte bağlı olan bireyler, örgütte kalmaya
devam ederler. Bunun sebebi ise örgüt üyeliğini sürdürme konusunda istekli
olmalarıdır. Bu istekte, bireyin örgüte yardım etme isteğinin derecesi, örgütle
özdeşleşme ve örgütsel amaçlara ulaşma konusunda belirleyici role sahiptir. (Ketchland 1998, 112)
Devam bağlılığı, birey için örgütten ayrılmanın maliyetinin yüksek
olacağı çerçevesinde örgüt üyeliğinin sürdürülmesi durumudur. Bu tür bağlılıkta
birey istese de örgütten ayrılamamaktadır. Çünkü ayrılmak onun için maliyetin
yanında, birtakım güçlükler de doğurmaktadır. (Allen ve Meyer 1990, 3)
Başka bir açıdan bu bağlılık, çalışanların örgütlerine yaptıkları
yatırımlar sonucunda gelişen bir bağlılık olarak ele alınmaktadır. Bu durumda
bir işgörenin örgütte çalıştığı süre içerisinde harcadığı emek, zaman ve çaba
ile edindiği statü, para gibi kazanımlarını örgütten ayrılmasıyla birlikte,
kaybedeceği düşüncesi hâkimdir. Dolayısıyla devam bağlılığında esas örgütte
kalma ihtiyacıdır. (Obeng
ve Ugboro 2003, 84)
Normatif bağlılık, çalışanın örgütte kalması için zorunluluk
hissetmesini içermektedir. Bu zorunluluk hissi, çalışanın ahlaki duygularıyla
ve inandıkları değerlerle ilgilidir. Çalışan, örgütün kendisini ve bağlılığını
hak ettiğini düşünmektedir. Bireyin örgüte karşı sorumluğu ve görevleri
olduğuna inanarak, kendini örgütte kalmaya zorunlu hissetmesine dayanan bir
bağlılık türüdür. Buradaki zorunluluk, devam bağlılığında olduğu gibi örgütle
ilgili çıkarlara dayanmamaktadır. Bireyin ailesi, ait olduğu toplum veya
çalıştığı örgüt ona sürekli sadakatin bir erdem olduğunu vurgulamakta ya da
bireye çevresinde yıllarca tek örgütte çalışan kişilerden övgüyle söz
edilmektedir. Dolayısıyla, bireyin sadakatin önemli olduğuna inanması, örgütte
kalmayı ahlaki bir zorunluluk olarak görmesi sonucunu doğurmaktadır. Başka bir
ifadeyle, doğru ve ahlaki olduğuna inandığı için örgüt üyeliğini
sürdürmektedir. (Allen ve Meyer 1990, 4)
Normatif bağlılık, kendini kuruma adamayı ve sadakati teşvik eden bir
kültür içinde sosyalleşme sağlaması nedeniyle, kurum ve örgütlere bağlı ve
sadık olma eğilimine vurgu yapmaktadır. Ayrıca normatif bağlılık örgütsel
misyon, hedef, politika ve faaliyet tarzlarıyla tutarlı olan ve birey
tarafından içselleştirilen inançları da kapsar. Bu şekildeki birey-örgüt
değerleri arasındaki ahenk, “örgütsel kimlik” sürecini ortaya koyar.
Çalışanların bu tür bir bağlılığı sergilemesinin nedeni bunun doğru ve etik
olduğuna inanmalarıdır. (Wiener 1982, 423-424)
3.2. ÖRGÜTSEL
BAĞLILIĞIN SONUÇLARI
Örgütsel bağlılığın yüksek düzeyde olması örgütlere çeşitli faydalar
sağlamaktadır. Bunlar arasında, yüksek verimlilik, kaliteli üretim, aşağıdan
yukarıya etkili iletişim ve yüksek düzeyde örgüte sadakat sayılabilmektedir. (Randall
1987, 464)
Yüksek derecede bağlılığa sahip işgörenlerden oluşan örgütlerde
bireylerin, örgüt dışında daha aktif olabildikleri görülmektedir. Bağlı
bireylerin örgütleri hakkındaki olumlu ve övgü verici sözleri, örgüt üyesi
olmayan bireylerin de dikkatini çekmekte ve doğal olarak örgütün tanıtımı
sonucunu doğurmaktadır. Bu durum ise örgütün ilişkili bulunduğu kurumlarda ve
faaliyet gösterdiği çevrede, olumlu etki meydana getirmektedir. Bağlılığı
yüksek çalışanlar böylece, kaliteli işgörenlerin örgütte işe alınmasını da
sağlayabilmektedirler.
Ancak, örgüte körü körüne bağlılığın işgörenleri statükoyu kabul etmeye
kadar götürebileceği ve bu nedenle örgütün de değişime uyum sağlama ve yenilik
yapma yeteneğini kaybetmesine yol açabileceği ifade edilmektedir (Meyer ve
Allen 1997, 8).
“Örgüte bağlı işgören, zor zamanlarda da örgütün yanında olan, işe
düzenli devam eden, tam gün çalışan, örgütün varlıklarını koruyan ve
hedeflerini paylaşan çalışan olarak tanımlanır”. Çalışanların güçlü örgütsel
bağlılığı; bireyde örgüte aidiyet duygusunu artırmakta, güvenlik duygusunu
geliştirmekte, örgüte faydalı olabileceği duygusunu vererek örgüt içinde ve
dışında gaye birliği oluşturmasını sağlamaktadır. (Mowday, vd. 1982, 139)
Yapılan araştırmalar örgütsel bağlılığın, performansı olumlu etkilediğini
ortaya koymuştur. Farklı kültürlerdeki işgörenler üzerinde yapılan
araştırmalarda da örgütsel bağlılık ile performans arasında olumlu bir ilişki
tespit edilmiştir. (Chen ve Francesco, 2003, 502)
4.
UYGULAMA
4.1. ARAŞTIRMANIN
AMACI, YÖNTEMİ, KAPSAMI VE MODELİ
Araştırmanın ana hipotezinde
iddia edildiği gibi; mobbing, örgütsel bağlılığı olumsuz etkiler. Bu doğrultuda
mobbing sorununun, organizasyon çalışanlarının örgüt bağlılığı
üzerindeki etkilerini gözden geçirip ölçümlemek amacıyla bu çalışma
gerçekleştirilmiştir.
Günümüz koşullarında insanın bulunduğu
organizasyona değer katması, işi yapan değil yöneten işgören kimliği taşıması
kaçınılmazdır. Bunun gerçekleşebilmesi için de organizasyonların üzerine düşen
birçok görev vardır. Bu görevlerden birisi ve belki de en önemlisi işgörenlerin
örgüt bağlılığını sağlayarak onlardan hat safhada yararlanmak ve dolayısıyla
işletmeyi etkin kılmaktır. Bir işgörenin bir işi gönüllü olarak sürdürebilme
gücü olarak tanımlanan moral duygusunun devamlılığını sağlamak ise
organizasyonun varoluş amacı olan verimlilik için şarttır ve moral duygusunu
yerle bir eden “mobbing”, örgütsel bağlılığı olumsuz etkileyerek örgütün
verimsizleşmesine sebebiyet vermektedir.
Araştırmamızda anket yöntemi
kullanılmıştır. Anket metni oluşturulurken benzer yabancı ve yerli kaynaklar
incelenmiş, konu ile ilgili uzman görüşleri de alınmıştır. Anket formu ilk
olarak 30 kişiye uygulanmış ve ön çalışma gerçekleştirilmiştir.
Araştırmamız %90 güvenilirlik düzeyinde
gerçekleştirildiği için anlamlılık düzeyi 0,1 olarak kabul edilmektedir.
Anket formlarında işgörenlerin
demografik özellikleri hakkında tanıtıcı verilere yönelik sorular, mobbing
algılarını (Leymann’ın Tipolojisi) ve çalıştıkları organizasyona bağlılıklarını
(Allen ve Meyer’in ölçeği) ölçmeye yönelik sorular bulunmaktadır. Anket,
tanımlayıcı sorular, çoğunluğunu oluşturan 5’li Likert Ölçeği’ne göre
hazırlanmış hipotez testlerinde kullanılacak olan sorulardan oluşmaktadır. 5’li
Likert ölçeğinin seçilme nedeni, oluşturulmasının, uygulanmasının kolay olması
ve gruplar arasındaki farklılıkları ölçmede sağladığı faydalardır. Özellikle
işgörenlerin tutum farklılıklarını tespit edebilmek açısından ve gereken
verilere ulaşabilmek açısından Likert ölçeğinin seçilmesi büyük önem taşımaktadır.
Araştırmanın ana kütlesini, Muğla
ili Milas ve Yatağan ilçelerindeki kamu kurumlarından Türkiye Kömür
İşletmelerine bağlı Linyit ocaklarında görevli işçi ve memurlar (fiilen
yaptıkları iş, çalıştıkları birim göz önüne alınmıştır), Vakıfbank Milas Şubesi
çalışanları ve isminin araştırmamızda kullanılmasına müsaade etmeyen bölge kamu
iktisadi teşebbüsü çalışanları oluşturmaktadır. Ana kütlenin çeşitliliğinin
sebebi; sadece bir bakış açısıyla yönetilen bir kurumda gerçekleştirilmektense,
farklı bakış açılarıyla yönetilen farklı kamu kurumlarında
gerçekleştirilmesiyle elde edilecek sonucun daha geniş kapsamlı bir yargıyı
temsil edeceği fikridir.
Örneklem seçiminde, ana kütlenin üçte
ikisine tekabül eden 1000 anket formu dağıtılmış ve sadece, katılım gönüllülüğü
esasından hareketle, geri dönen 168 netice değerlendirilmiştir. Böylelikle
katılımcıların samimiyetinin bir nebze de olsa gerçek olacağı varsayılmıştır.
Leymann’ın (1993) tipolojisine göre 45
mobbing davranışı bulunmaktadır ve bu davranışlar da davranışın özelliğine;
mağdurun kendini göstermesini ve iletişim oluşumunu etkilemek, sosyal
ilişkilere saldırılar, itibara saldırılar, kişinin yaşam kalitesi ve mesleki
durumuna saldırılar ve kişinin sağlığına doğrudan saldırılar olmak üzere 5
grupta toplanmıştır. Örgütsel bağlılık ise Meyer ve Allen (1991) tarafından
geliştirilen üç boyutlu örgütsel bağlılık olarak ele alınmış ve her bir
gruptaki mobbing davranışının örgütsel bağlılığın boyutlarından duygusal
bağlılık, devam bağlılığı ve normatif bağlılığı ne düzeyde ve ne yönde
etkilediği ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
Araştırmanın alt hipotezlerinin (144
adet) ve ana hipotezinin bir nevi göstergesi olan model, aşağıdaki gibidir.

Şekil 2: Araştırmanın Modeli
4.2. BULGULAR
Anketi cevaplayan 168 katılımcı ile ilgili
demografik veriler Tablo 1 deki gibidir.
Tablo 1: Demografik
Bulgular
|
Demografik Özellikler
|
Alt Özellikler
|
N
|
%
|
|
Cinsiyet
|
|
168
|
100,0
|
|
Kadın
|
36
|
21,4
|
|
|
Erkek
|
132
|
78,6
|
|
|
Medeni
Hal
|
|
168
|
100,0
|
|
Evli
|
101
|
60,1
|
|
|
Bekar
|
67
|
39,9
|
|
|
Yaş
|
|
168
|
100,0
|
|
25
Altı
|
32
|
19,0
|
|
|
26-32
Arası
|
49
|
29,2
|
|
|
33-40
Arası
|
60
|
35,7
|
|
|
40
Üstü
|
27
|
16,1
|
|
|
Hizmet
Süresi
|
|
168
|
100,0
|
|
0-5
Yıl
|
54
|
32,1
|
|
|
6-10
Yıl
|
59
|
35,1
|
|
|
11-15
Yıl
|
25
|
14,9
|
|
|
16
Üstü
|
30
|
17,9
|
|
|
Eğitim
Seviyesi
|
|
168
|
100,0
|
|
İlköğretim
|
22
|
13,1
|
|
|
Lise
|
27
|
16,1
|
|
|
Yüksekokul
|
67
|
39,9
|
|
|
Üniversite
|
52
|
31,0
|
|
|
Unvan
|
|
168
|
100,0
|
|
İşçi
|
92
|
54,8
|
|
|
Memur
|
76
|
45,2
|
Tablo
1 incelendiğinde, katılımcıların % 78,6’sının erkek, %60,1’nin evli,
%35,7’sinin 33-40 yaş aralığında, %35,1’inin 6-10 yıldır çalıştığı, %39,9’unun
Yüksek okul mezunu olduğu ve %54,8’inin işçi olarak görev yaptığı görülecektir.
Tablo 2 de
ise, araştırma modelinde belirlenen değişkenlerden hareketle, cinsiyet, unvan,
yaş, eğitim seviyesi ve hizmet süresi alt kategorileri altında, korelasyon
katsayılarının anlamlılığının (p < 0,1) düzeyinde test edildiği değerler ile
değişkenlerin birbirlerini etkileme yüzdesini veren (r²) katsayıları
bulunmaktadır.
Tablo 2: Korelasyonların
(t) Testi ve (r²) Katsayıları Verileri
Elde edilen tüm korelasyon katsayıları
(-) sonuçludur. Dolayısıyla bütün testlerde, değişkenler arasında (-) yönlü
ilişki tespit edildiğinden, sadece korelasyon katsayılarının anlamlılığını
gösteren (t) testi verilerini aktarmanın doğru olacağı fikrinden hareket
edilmiştir.
Tablo 2 de görüleceği üzere, (p <
0,1) anlamlılık düzeyinde, (t) değeri uygulama koşullarına göre 1.638
olduğundan, bu değerin altında kalan 57 adet alt hipotezde değişkenler
arasındaki ilişki (-) yönlü olmasına rağmen anlamlı bulunmamıştır. Ancak diğer
87 alt hipotez %90 seviyesinde anlamlı bulunmuş ve (r²) katsayısıyla bu anlamlı
ilişkinin yüzdesel kuvveti gösterilmek istenmiştir.
Tablo 2 den bir ifade örnek verilecek
olursa; Değişkenler (Erkeklerde; Mobbing-Örgütsel Bağlılık): Anketi
cevaplayan Erkek katılımcılarda mobbing algısı ile duygusal bağlılık
hissi arasında ters yönlü ve %90 oranında anlamlı (1.638 < 2.075) bir ilişki
vardır. Erkek katılımcılarda mobbing algısı, örgütsel bağlılığı %59 oranında
etkilemektedir.
Yine Tablo 2’de görüleceği üzere değişkenlerden
mobbing ile devam bağlılığı arasında
tespit edilen (-) yönlü ilişkilerin alt kategoriler bazında p < 0,1 düzeyinde hiçbiri anlamlı
bulunmamıştır. (r²) katsayılarının bu
değişkenlerde çok düşük seyretmesi de tespitin doğruluğunu göstermektedir. Aynı
durum örgütsel bağlılık ile kişinin sağlığına doğrudan saldırılar
değişkenlerinin verilerini gösteren sütunda da gözlemlenmektedir.
Son olarak
ana hipotezle ilgili bulgular Tablo 3’de verilmektedir.
Tablo 3: Mobbing-Örgütsel Bağlılık Korelasyon Tablosu
|
H0
|
Mobbing
ile örgütsel bağlılık arasında ilişki yoktur.
|
||||||
|
H1
|
Mobbing
ile örgütsel bağlılık arasında ilişki vardır.
|
||||||
|
Katılımcıların Tamamının
Mobbing-Bağlılık Korelasyonu
|
|||||||
|
Sorular
|
m
|
ö
|
mi
|
öi
|
mi xöi
|
mi2
|
öi2
|
|
1
|
4.538
|
270
|
-3.026
|
604
|
-1.826.494
|
9.156.676
|
364.333
|
|
2
|
1.442
|
377
|
70
|
497
|
34.762
|
4.900
|
246.612
|
|
3
|
1.096
|
766
|
416
|
108
|
44.762
|
173.056
|
11.578
|
|
4
|
410
|
1.140
|
1.102
|
-266
|
-293.573
|
1.214.404
|
70.969
|
|
5
|
74
|
1.815
|
1.438
|
-941
|
-1.353.733
|
2.067.844
|
886.234
|
|
Toplam
|
7.560
|
4.368
|
0
|
0
|
-3.394.276
|
12.616.880
|
1.579.725
|
|
|
|
|
0,1 düzeyinde (t) değeri
|
1,638
|
1,638 < 2,027
|
||
|
r
|
-0,760
|
r2 katsayısı
|
0,58
|
(t) testi
|
2,027
|
H1 Kabul Edilir
|
|
|
İlişki ters yönlüdür
|
|
m, ö'yü %58 etkiler
|
|
|
|||
Tablo 3’de (m) mobbingi, (ö) örgütsel bağlılığı, (1,2,3,4,5) ise
olumludan olumsuza doğru, yanıtlanmış cevap sayılarını simgelemektedir.
Korelasyon (r) katsayısının (-) eksi karakterli olması, ilişkinin ters yönlü
olduğunu göstermektedir. Yani değişkenlerden biri azalırsa diğeri artar.
Korelasyon katsayısının anlamlılığını gösteren (t) katsayısının 1,638 olarak
belirlenen, 0,1 düzeyindeki anlamlılık katsayısından büyük olması; bu ters
yönlü ilişkinin % 90 anlamlı olduğunu ifade etmektedir. (r2)
katsayısı, değişkenlerden birincisinin diğerini % 58 oranında etkilediğini
ifade etmektedir.
Öyleyse Ana Hipotez ile ilgili ifade
şöyle olacaktır; Katılımcıların tamamında mobbing algısı ile örgütsel bağlılık
hissi arasında ters yönlü (-0,760)
ve %90 (p<0,1=1,638 < 2,027)
oranında anlamlı bir ilişki vardır. Katılımcıların tamamında mobbing
algısı, örgütsel bağlılık hissini (0,58) %58 oranında etkilemektedir.
5. SONUÇ
VE ÖNERİLER
Biat kültürüyle yoğrulmuş doğu
toplumlarında “birey” kavramı henüz gelişimini tamamlayamamıştır. Gerek gelenek
ve göreneklerden, gerekse toplum kültürünün dayatmalarından ötürü, doğu
toplumlarında “birey” olmak, sadece dik durup konuşabilmek, meramınızı dile
getirebilmek bile çoğu zaman çoğu yerde kibir, patavatsızlık ve pervasızlık
gibi algılanabilmektedir.
Birçok ilişki biçimine bu tespiti
uygulamak mümkündür; anne-kız, baba-oğul, patron-çalışan, müdür-memur v.s…
Sadece sıkıntınızı dile getirmeniz bile yeterli olabilir doğu toplumlarında
mobbing mağduru olabilmeniz için.
Aslında bu gerçeklikten hareketle, belki
de, biat kültürüyle yoğrulmuş doğu toplumları için yeniden tanımlanması gerekir
mobbing kavramının. Çünkü “birey” olmaktan çok “tebaa” olmanın özendirildiği ve
prim yaptığı toplumlarda “zorba”lar her daim olacak ve keyfince hükmettiği
topluma eziyetler edecektir. Zorba bir anne, kızına olmadık yasaklar koyup onun
hayattan soyutlanmasına, zorba bir baba, oğlunun zavallı, etkisiz, özgüvensiz
bir adam olarak yetişmesine, zorba bir patron, çalışanlarının kendilerini birer
eşya olarak görüp değersiz canlı olarak hissetmesine, zorba bir müdür, memurunun karşısında doğruları
söyleyememesine ve belki de gerçek bilgiye asla ulaşamamaya sebebiyet
verecektir. Doğu toplumlarındaki bu gerçeklik, zorbaları kaçınılmaz
kılmaktadır. Hatta öyle bir boyuttadır ki bu durum, yıllarca mağdur durumundaki
kişiler, gün gelip de gücü ele aldıklarında bir zorba olmanın dışında başka bir
davranış şekli bilmediklerinden, “artık sıra bende, biraz da ben…” bakış
açısıyla, hükmettikleri topluluktaki birey olma çabasındakilere keyiflerince
zulmetmeyi bir hak olarak görmektedirler.
Biat kavramının hakim olduğu toplumlarda
birey olmaktan çok tebaa olma duygusunun ve eğiliminin yüksekliği, ister
istemez hipotezin ispatını zorlaştırmaktadır. Zorbalığın bir kurum olduğu bu
tür toplumlarda, psikolojik şiddet algı eşiğinin oldukça yüksek olma ihtimalini
dile getirmek, bu noktada yanlış olmayacaktır. Çocukken anne-babası,
gençliğinde arkadaşları, erkekse askerde komutanları ve iş yaşantısında
yöneticileri tarafından hep baskı altında tutulan, bu davranışın alternatifsiz
olduğunu düşünen bir kişinin, literatürde tanımlı psikolojik yıldırmaya maruz
kalıp kalmadığı algısı ister istemez yüksek olacaktır.
Yılmaz’ın (2005) çalışmasındaki, yine
mobbing ile ilgili ve doğu-batı toplumları arasındaki fark olarak ileri sürdüğü
tespite kısmen de olsa katılmamak mümkün değildir. Bu tarz toplumlarda, sesiz,
ağırbaşlı ve çalışkan kişilere mobbing uygulanmaz aksine desteklenir. Oysaki
mobbing tanımına göre tam da hedefteki kişilerdir sessiz, ağır başlı ve
çalışkan kişiler. İşte bu noktada mobbing biat kültürünün hakim olduğu
toplumlar için yeniden tanımlanmalıdır.
Bu çalışmada elde edilen veriler de bu
tespiti desteklemektedir. Şöyle ki bütün 144 alt hipotez ve ana hipotez
sınanırken, ilkokul mezunu, 40 yaş üstü ve hizmeti 15 yılın üstünde olan
katılımcı kitlenin anlamlılık seviyeleri hep düşük seyretmiştir. Yani mobbing
algı eşikleri daha yüksektir. İçinde bulundukları durumu genele göre normal
algılamaktadırlar. Diğer taraftan, yaş
düşüp eğitim seviyesi yükseldikçe mobbing duyarlılığı yükselmektedir.
Bu tespit, günümüz iletişim çağında, en
azından yüzünün batıya dönük olduğunu düşündüğümüz toplumumuzda yeni neslin
“birey” olma yönünde yol kat ettiğini desteklemektedir.
Sonuç olarak, çalışma neticesinde,
mobbing ile örgütsel bağlılık arasında ters oranlı bir ilişki olduğu tespit
edilmiş ve bu ilişkinin p<0,1 düzeyinde yani %90 anlamlı olduğu sonucuna
varılmıştır.
Bu tespitten hareketle örgütsel bağlılığı
yükseltmek için mobbing ile mücadele etmenin ya da mobbing ile mücadele ederek
örgütsel bağlılığı arttırmanın mümkün olduğunu söylemek matematiksel olarak
yanlış olmaz. Çünkü değişkenlerden biri azalırsa, diğerinin artacağını
korelasyon katsayılarının (-) eksi değerli olması kanıtlamaktadır.
Bu durumda mobbing ile mücadele için öneriler şu şekilde sıralanabilir;
1.
Toplumun algıları göz önünde bulundurularak,
öncelikle, araştırma neticesinde elde edilen verilere istinaden, gerek kurum
içi gerek bağımsız eğitim firmalarının yaptığı eğitimlerle öncelikle
yöneticiler eğitmeli, davranışlarının kurumlarına nasıl bir maliyet yüklediği
onlara gösterilmeli ve vazgeçmeleri için çabalanmalı, yönetmek eyleminin daha
farklı da yapılabileceği onlara anlatılmalıdır. Bu değişim zordur, çünkü
tecrübelerinin anlamsız olduğunu fark eden yöneticiler paniğe kapılacaktır.
2.
Elbette bu kolay olmayacağından bir denetim
mekanizması geliştirmeli, periyodik olarak kurum içinde memnuniyet anketleri
gibi çalışmalar yapılarak doğru bilgiye ulaşma çabalarını geliştirmeli ve
katılımcı yönetim anlayışının oturtulması için sistemi açık hale getirmek adına
gerekli değişiklikler yapılmalıdır.
3.
Aslında temelde iki yönetim anlayışı vardır:
ya sistemi kapatır, korku psikolojisi oluşturur ve itaati sağlarsınız ki bu
yöntem yıkılmaya mahkûmdur. Ya da sistemi açar, sevgi ve saygı psikolojisi
oluşturur, katılımı sağlarsınız ki doğru ve uzun ömürlü olan yönetim
anlayışının bu olduğu söylenebilir.
4.
Son olarak mobbing unsurunun üstesinden
gelebilmek için mobbing ile bireysel ve örgütsel başa çıkma yolları ile ilgili
çalışanlar bilgilendirilmeli ve bu konudaki girişimler teşvik edilmelidir.
İlk üç öneri, örgüt kültürü ve
değiştirilmesi ile ilgilidir. Öneriler neticesinde mobbing uygulayıcısı olma
eğilimi azalacağından kurum içindeki mobbing de azalacak bu da ister istemez
kendilerini çalıştıkları kurumun işleyen canlı bir parçası gibi görmeye
başlayacak çalışanların örgütsel bağlılığını arttıracaktır.
Mobbingin organizasyonları içten içe
kemiren, kuruma faydalı bireyleri etkisiz ve işlevsizleştirerek, organizasyon
verimliliğini olumsuz etkileyen bir virüs olduğunu söylemek ve bunu durmadan
söylemek gerekir. Bu virüsün ekonomiye verdiği zararın boyutlarını hesaplamak
mümkün değildir.
Mobbingin varlığı topluma, kendini hiçbir
yere ait hissetmeyen, herhangi bir kişiye ya da kuruma duygusal bağlılık
besleyemeyen, niteliksiz insanlar kazandırmaktadır. Ve biat kültürü esas
toplumlarda kronikleşmiş zorbalık kültürünün yıkılması için çabalamakla bu işin
üstesinden gelinebilir.
Son tahlilde, mobbing ile ilgili hukuki
değişiklik desteklenmeli, mobbing tanımı kanunlara girmeli, çalışanlar, hukuki
haklarıyla ilgili bilgilendirilmeli ve mağdurların sesini çıkartıp hakkını
aramaları teşvik edilmelidir.
KAYNAKÇA
www.sbeotk.hacettepe.edu.tr/sunumlar/mob.pdf
ALLEN, N. J. ve Meyer, J. P.(1990), "The
Measurement and Antecedents of Affective, Continuance and Normative Commitment
to the Organization", Journal of Occupational Psychology, 63(1), 15-32
ALLEN, N. J. Ve Grisaffe, D. B.(2001); “Employee
Commitment to the Organization and Customer Reactions: Mapping the Linkages”
,Human Resource Management Rewiew. 1(3), 209-236.
BATEMAN, T.S., & Strasser, S.(1984), A
Longitudinal Analysis of the Antecedents of Organizational Commitment. Academy
of Management Journal, 27(1), 95-112.
BUCHANAN, B. (1974). Building Organizational
Commitment : The Socialization of Managers in Work Organizations.
Administrative Science Quarterly, 19, 533-546.
CHEN, Z.X. ve FRANCESCO, A.M.(2003), "The
Relationship Between The Three Components of Commitment and Employee
Performance in China", Journal of Vocational Behavior, 62(3), 490-516.
DAVENPORT, N., SCHWARTZ, R.D. ve ELLİOTT, G.P.
(2003), Mobbing, İstanbul: Sistem Yayıncılık
KETCHLAND, A.(1998); "The Existence of Multiple
Measures of Organizational Commitment and Experience-Related Differences in a
Public Accounting Setting", Behavioral Research in Accounting, 10,
112-115.
LEYMANN, H., (1990). Mobbing and Psyhological Terror
at Workpalaces, Violence and Victimis, 5, 2
LEYMANN, H., (1993). Mobbing, Psychoterror am
Arbeitzplatz und wie man sich dagegen wehren kann, Rowohlt Taschenbuch Verlag
GmbH.: Hamburg
MEYER, J. P. ve Allen, N. J. (1991). A
Three-Component Conceptualization of Organizational Commitment. Human Resources
Management Review, 1, 61-89.
MEYER, J. P. ve Allen, N. J. (1997). Commitment in
the Workplace Theory: Research and Application. Sage Publications, Inc. London
: London
MOWDAY, R.T., Porter,L.W.Steers,R.M. (1982).
Employee-Organization Linkages (The Psychology of Commitment, Absenteeism, and
Turnover). New York: Academic Press., 20, 167.
OBENG, K., UGBORO, I.(2003); "Organizational
Commitment Among Public Transit Employees: An Assessment Study", Journal
of The Transportation Research Forum, 57(2), 83-98.
RANDALL, D.(1990); “The Consequences Of
Organizational Commitment: Methodological Investigation”, Journal of
Organizational Behavior, 11, 361-378.
SOMERS, M.J. (1995). Organizational Commitment,
turnover and absenteeism : an examination of direct and interaction effects.
Journal of Organizational Behavior, 16, 49-58
TINAZ, P., (2006), İş Yerinde Psikolojik Taciz
(Mobbing), 1. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları
WIENER, Y.(1982), “Commitment in Organization a
Normative View”, Academy of Management Review, 7(3), 418-428.
YILMAZ, D. D. (2005), Çok Uluslu İşletmelerde Örgüt
Kültürü ve Bir Uygulama,
Yıldız Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul


Yorumlar
Yorum Gönder